RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH’A HAMD, RESÛLULLAH (S.A.V.)EFENDİMİZE SELÂTÜ SELAMOLSUN .

10:43:48 | 2019-11-25
HÜSEYİN CETİN
HÜSEYİN CETİN      h.hoca.ank@hotmail.com

ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH’A HAMD, RESÛLULLAH (S.A.V.)EFENDİMİZE SELÂTÜ SELAMOLSUN .

           Bizleri eşref-i mahlûkât olarak yaratan,Kur’an-ı Kerim gibi yüce bir kitabı bize kılavuz olarak inzal eden,aynı zamanda o kitabı açıklayıcı ve ilk uygulayıcı olarak Hâtemü’l Enbiya’yı müjdeleyici yapıp bize peygamber gönderen yüce Mevla’ya hamd-ü senalar olsun.Hamd bizi yoktan var eden,yokluğundan haberdar eden Allah Teâla’ya, selâtü selam O’nun sevgili  habîbi  Hz.Muhammed Mustafa’ya olsun.

         Bizleri müslüman bir toplumda ve müslüman bir ana-babadan yaratması ve “ siz, insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Âli İmran 3/10) buyurarak bizleri müşerref kılmış olması O’na en büyük minnet ve abd olma gâyemizdir.Hayırlı insan olmanın en önemli göstergelerinden biri bu ayette beyan edilmiş,“emri bil ma’ruf nehyi anil münker” iyiliği emredip kötülüğü nehy etmek Müslümanlara emir edilmiştir.Bu beyanda müslümanın görevi sadece farz-ı ayn olan ibadetleri yerine getirmekle sınırlı kalmamış,her koyun kendi bacağından asılır sözünü çürüterek toplumla ilgili sınırlar hakkında da mükelleflere sorumluluk yüklemiştir.  

Kur'an-ı Kerim'in ilk kelime ve âyetinin  “OKU” olması dinimiz İslâmın ilme ne denli değer verdiğinin göstergesidir. Bu âyetin önemini şu hadisler çok güzel açıklamıştır.  “Kim ilim elde etmek için bir yol tutarsa Allah’ta onu Cennetine giden yola iletir. Melekler ilim öğrencisinin razı olması için kanatlarını indirirler. Bir âlim için göktekiler ve yerdekiler hatta denizdeki balıklar bile o âlimin bağışlanması için Allah’a yalvarırlar. Âlim bilgili bir kimsenin cahillikle ibadet eden bir kimseye karşı üstünlüğü, Ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler miras olarak ne dinar ne de dirhem bırakmışlardır; onlar sadece miras olarak ilim bırakmışlardır. Kim ilimden nasibini alırsa çok büyük hayırlara kavuşmuş olur.” (Ebû davud, İlim: 17; İbn Mâce, Mukaddime: 27).   “Her kim dini ilim tahsili için yola koyulur ve tüm sebeplere sarılarak ilim öğrenirse bu yaptığı iş geçmiş günahlarına keffâret olur.” (Dârimî, Mukaddime: 6).  Zümer süresi 9.ayeti kerimede ise “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilerek ulemâ,dolaylı olarak ta bu kimselerin ibâdetleri övülmüştür.Ayrıca Kur’an-ı Kerimde  “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.”(Zümer ayet suresi ayet 9.) “Kulları arasında Allahü teâlâdan en çok korkan âlimlerdir.” (Fatır ayet28)buyrulmaktadır.

           Dinimiz İslam ilim öğretmeyi de en az öğrenmek kadar üstün görmüş,bu uğurda yapılan çabaları övmüştür. Peygamberimiz S.A.V.)"Yalnız şu iki kişiye gıpta edilmelidir:

Biri, Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse." (Buhari, İlim 15)buyurmuşlardır.

          Ayrıca diğer insanların faydalanması için ilim bırakan,ilim eseri ortaya koyan kimsenin öldükten sonra bile amel defteri kapanmaz.Sevgili Peygamberimiz (sav), Müslim’in Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyyet, 14. Ayrıca bkz., Ebu Dâvûd, Vasâya, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36; Nesâî, Vasâyâ, 8.)

 

Asr-ı saadet devrinde dinî ve dünyevî konuların çözümü noktasında Hz.Peygamberin hayatta olması ve sorunlara pratik ve yerinde çözüm bulması mezkur dönem için sorunların çözümü konusunda hiç problem olmazken  Efendimizin vefatından sonra benzer  durumların zuhur etmesi ve çözüm mercilerinin ve önerilerinin farklılık arz etmesi ,gerek  sahabe, gerekse tabiûn özellikle de daha sonraki dönemler için İslam coğrafyasında bazı kırılma noktalarının var olmasının müsebbibi olmuştur.

Buna Müslümanlar arsında hatta efendimizin  “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.” (Beyhakî, el-Medhal, s.164, Kenzu’l-ummal,  1002) Dediği sahabe arasında bile ümmeti kıyamete kadar kedere gark edecek sıkıntı olaylar(cemel,sıffın,kerbela v.b.)   cereyan  etmesini en bâriz örnek olarak verebiliriz.

                Mezheplerin teşekkül etmesi ,hadislerin tedvin edilmesi İslam coğrafyasında dinin en güzel şekilde anlaşılması ve yaşanmasına önem verildiğinin hem kanıtı hem de yolumuzu aydınlatan en büyük ışıklar arasında görülebilir..İslamın sancaktarlığını üslenen ecdadımız da benzer şekilde orijinal eserler vermiş,  hemen her konuda zirvede olabilmeyi başarmışlardır.Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki,sonraki dönemlerde ilimden uzaklaşılmış,hâşiyelerle yetinilir hale gelinmiş, islâmın ilim,fen ve ekonomik  alandaki ilerlemesi  büyük sekteye uğramış hatta gerilemeler olmuştur.Bu durumu bütün dünya genelindeki müslüman coğrafyasında görmek mümkündür.Âlem-i islamın özlenen dönemlere kavuşması için silkelenerek kendine gelmesine her zamankinden fazla muhtaç olduğumuz su götürmez bir gerçektir.

           İslam dünyasında yürek yakan olayların olması,Müslümanın müslümanı öldürmesi kabül edilebilir bir durum değildir.Oysa Allah Teâlâ Hucurat süresi 10. ayette;”Mü’minler ancak kardeştirler,kardeşlerinizin arasını düzeltin” buyurmaktadır.Peygamber Efendimiz’de Müslüman müslümanın kardeşidir.Ona zulmetmez ve onu yalnız bırakmaz ve zulme teslim etmez (Buhari,Mezalim,3;  Müslim,Birr,58)buyurmuşlardır. İslamın öğretileri arasında olmamasına rağmen Müslümanların canileşmesini,hele ki bunu din adına yaptıklarını beyan etmeleri ya dini bilmediklerini ya da dine  ve Müslümanlara bilerek zarar vermek istediklerini akıllara getirmektedir.

          Dünya coğrafyasında belki de hak ile batılın savaşının doğrudan veya dolaylı yapıldığı asrımızda bizlere düşen görevi Peygamberimiz asırlar öncesinden haber vermiştir:”Aranızdan kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, eğer bunu yapamıyorsa o zaman diliyle düzeltmeye çalışsın, bunu da yapamazsa o zaman kalbinde bunu saklasın. Ve bu üçüncü kısım, kalbinde tutması imanın en alt mertebesidir.” .(Tirmizi, Fiten,11; İbn Mace, Fiten,20) Günümüzde İslam coğrafyasının herhangi bir noktasında bir Müslümanın zulme uğradığı haberini alan diğer bir  müslümanın bu durumu hiç umursamaması, buna kalben dahi olsa buğuz edememesi, imanını çek-up etmesi gerektiğinin kanıtı olarak bu hadisi sürekli görmesi  gereken yere asması gerekmez mi? Kan gölüne dönmüş müslüman toprakları her geçen gün yeni can kayıplarına, yuvalarından,yurtlarından kaçışlara şahit olmakta,küçük bedenlerin sahillere vuruşunu kararmış vicdanlara bırakmaktadır. Oysaki Peygamberimizin dediği gibi mü’minlerin bir bedenin uzuvlarına benzemesi ve birinde bulunan rahatsızlığı diğer uzuvların da hissetmesi gerekmez mi? Öz vatanında parya olan ümmetin cüzlere bölünmesini sırça camlarda seyretmek yerine Ensarın örnekliğini düstur edinmemiz gerekmez mi?

            Müslümanların en başta Kur’an-ı Kerime ve sünneti seniyyeye tam manasıyla sarılması,dinin özünü kavraması ve yaşayışını O’na göre şekillendirmesi gerekmektedir. Zîra sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde; “Size iki emanet  bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir”( Müslim,Hac,147) buyurmaktadır. Kur’an’ın emir ve yasaklarının hem fert hem de toplumun menfaatine olacağı,Hz.Muhammed’den Kur’an’a muhalif ne bir sözün ne de bir davranışın sadır olmayacağı iyi bilinmelidir.

             Kur’an Efendimizi bizler için en güzel örnek kılmıştır.Kur’an-ı kerimde “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” . (Ahzap süresi 21.) buyrulmaktadır.

           Dinimize yabancı din mensupları tarafından ya dinimizi baltalamak veya kendi peygamberlerini daha üstün göstermek için yalan-yanlış bilgi sokulmuş,bu yanlışlar zamanla  İslam dinindenmiş gibi taraftar bularak bu günlere ulaşılmıştır. Müsteşriklerin ilave ettikleri bu isrâiliyatların temizlenmesi  dinimizin daha doğru anlaşılması için elzemdir.Buna örnek olarak şu rivayeti kısaca irdelemek  konunun anlaşılmasını daha netleştirecektir.

Rivayete göre Peygamberimiz miraç gecesinde Allah tealanın huzurundan namaz müjdesiyle dönerken yolda Hz. Musa’ya rastlar ve elli vakit namazın emriyle döndüğünü söyler.Hz Musa Peygamberimize ümmetinin bu kadar vakit namazı kaldıramayacağını,Allah ile tekrar görüşerek biraz indirmesi telkininde bulunur.Bunun üzerine peygamberimiz Allah’ın huzuruna tekrar çıkar ve elli vakit namaz sayısını biraz düşürür,dönüşte Hz Musa O’na ümmetinin bu kadar namazı da kaldıramayacağını  ve Allah ile yine görüşmesini söyler.Bu birkaç kez tekrarlanır,sonunda peygamberimize beş vakit namazı ümmetinin yine kaldıramayacağını söyler.bunun üzerine Efendimiz artık Allah’a yüzünün kalmadığını daha indiremeyeceğini söyler,böylelikle beş vakit namaz farz olarak kalır.

             Bu rivayetler Hz.Musa’nın Peygamberimiz’den üstün gösterilmek için Yahidiler tarafından uydurulmuştur. Her peygamberin daha dünyaya gelmeden  önce Allah tarafından şartları hazırlanarak özel yaratıldığını biliyoruz.Yine her peygamberin sıfatlarının olduğunu, bu sıfatlardan birinin de “fetanet” (çok zeki olmak) olduğunu biliyoruz.Hal böyle olunca Peygamberimiz de en az Hz Musa kadar zeki bir insandı ve bizim elli vakit namazı kaldıramayacağımızı en az Hz. Musa kadar bilmesi gerekirdi. Burada Hz Musa akıl veren,Hz Muhammed –hâşâ-akıl danışan konumuna sokularak İslam peygamberinin aciz gösterilme,Hz Musa’nın ise  üstün gösterilme gayesi güdüldüğü aşikardır.Ayrıca Allah insana taşıyamayacağı yükü yüklemeyeceğini(Bakara süresi,286) vaat ediyor.Yine biz biliyoruz ki “Allah vaadinden asla dönmez”(Zümer Süresi,20,Ali İmran süres,9)Ayrıca hiçbir peygamberin ibadetlerin niteliği veya niceliği konusunda Allah ile pazarlık yapmak gibi yetkisi yoktur. Öyle olmuş olsa ramazan orucunun sayısının düşürülmesi konusunda peygamberimizin ihmalde bulunduğunu düşünenler olmuş olsa haklı olmazlar mıydı.Üstelik peygamberimizin ve ashabın aşırı sıcak olan çöl ortamında yaşadığı halde. İslamda hüküm koyanın da o hükmü kaldırmaya tek yetkilinin de Şârî (Allah)olduğu unutulmamalıdır.

         İnsan kelime kökeninde anlaşılacağı üzere insan olması dolayısıyla bizatihi  noksan ve eksiktir.Bu noksanlık onun günahkar olmasına nüfûz etmiş,işlediği günahlardan arınması için tövbe kapısı sonuna kadar açık tutulmuştur.İnsan ne kadar günahkar olursa olsun kendisinin cehennemlik olduğunu savunamaz. Aynı şekilde ne kadar da muttaki olursa olsun cennetlik olduğunu da iddia edemez. Dinimizin bizden istediği korku ve ümit arasında olmak ve şartlar ne olursa olsun  hiçbir zaman Allah’tan ümit kesmemektir.Çünkü Allah:De ki: “Ey kendi aleyhlerine haddi aşmış kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir”.(Zümer süresi,53) buyurmaktadır.Allah’ın affedici olduğu,kul hakkı hariç bütün günahları affedebileceği unutulmamalıdır.Kul hakkının Allah ile kul arasındaki hukuki bir mevzu olmadığı,kul ile  kul arasında bir husus olduğu,dolayısıyla hak sahibiyle helalleşmedikçe silinmeyeceği iyi bilinmelidir.

    

        Sonuç olarak Müslümanların birbirini sahiplenmeleri ve ilmin her alanında ileri gitmeleri gerekmektedir..Kur’an’ın ve sünnetin özü tatbik edilse,Hz Muhammed örnek alınsa bunların  kendiliğinden oluşacağı unutulmamalıdır.Birbirimize gıyabımızda yapılan duaların Allah katında daha makbul olacağının hatırlatılmasıyla…. Dua ve niyazla…Hüseyin ÇETİN




ETİKET :  

Tümü